Biz ne dünyanın yok olmasını ne de onu İsa gibi yüklenerek gökteki yerini değiştirmek istiyoruz; onun bizimle yaşamasını ve mücadele etmesini istiyor ve çanakçının çamurunu sevdiği kadar seviyoruz. İşleyecek başka malzememiz, ekip biçecek başka tarlamız yok.
NİKOS KAZANCAKİS / EL GRECO’YA MEKTUPLAR
Yazlarını bilirim en çok ladin ormanlarıyla her dem yeşil bu dağların. Birde insanını. Dirgendir, tırmıktır, tırpanıyla buranın. Ve bunlar bir geçmiş zaman ekidir. Bu benim Genya Dağının tepelerinden vadilere indiğini ilk görüşümdür sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklarıyla Sonbaharın. Dahası bilmezdim de. Kestanedir, meşedir, kimi al kimi mordur, kiminin tacında yaprak yoktur bu mevsimde ağaçların. Bu bir geçmiş zaman eki değil, gerçektir. Kelimelerin fazlası cümle hevestir.
Başarısız geçen doktora mülakatımdan sonra, takvim yapraklarında gördüğüm, görüp de bilmediğim bir Sonbahardır bu manzara. Güneş güneyden doğmakta, gök lacivert olmaktadır. Ağaçların gölgesi boyunu aşmaktadır. Ben bir heyecan, bir telaş bu akışa bakmaktayım. Önce, yaylaların da yükseğinde, dağların tepelerinde soğuk akşam rüzgarlarıyla kendini gösterirmiş Sonbahar. Henüz Ülgen Yıldızı doğmadı, karakış fırtınası kopmadı. Hala sarı ıslak çayırlarında güz çiğdemleri mevsime renk katmaktadır.
Doğanın sabit yasalar gereğince var olduğunu fark ettiğimizde hiçbir şey yetkin ya da yetkin değil addedilemez der Spinoza, Anlama Yetisinde. Doğayı başka kelimelerle, başka coğrafya ve zamanda, Walden’de Throeau şöyle anlatır: Evren sürekli ve itaatkâr bir şekilde bizim kavrayışımıza cevap veriyor. Yavaş da gitsek hızlı da gitsek sonuçta önümüzde bir yol açılıyor, bu yüzden hayatlarımızı anlayarak geçirelim. Ben Spinoza’dan Throeau’ya kelimeler şehrinden bina kurarken, evimin önündeki kavağın son altın sarısı yaprağı da rüzgârdan düşmüştü çoktan. Yaprağın uçup gittiği fırtına, karakış fırtınası mı yoksa? Takvime mi bakmalı? Ya anam babam hesabı? Hani o eski takvime göre denilen cinsten. 0n üç gün beriden saymak gerek günleri. Fırtınasıdır, lodosudur, aşı zamanıdır, mevsimsiz soğuklarıdır, kirazıdır, hasatıdır. Bu günlerin imecesi de vardır, eğlencesi de. Çünkü karakış kapıdadır. Yazlarını ilk çocukluğumdan bildiğim köyümün Sonbaharındaydım. Kaldırdığım her taşın altında kelimelerden bin anlam kurmaktayım. İçine doğduğum dünyaya bakmaktayım. Merhaba.
***
Şehirli kaygılarımın bir kas spazmıyla beni uyandırdığı bu aralık sabahında, daha dün dağların yamaçlarında, yaylalarda beliren kar bugün keskin soğuğuyla iğnenin iplikten geçtiği gibi ciğerlerimize batmaktadır. Eskilerin sayılı günler dediği karakış başlamamıştır ama. Karakış, fırtınasıyla, ayazıyla, sarı sıcak üstüne çöken buz mavisi rengini göstermiştir sadece. Bundan böyle sabahları sarı ıslak çimenleri kırağı çalacak, yapraklarıyla kel ağaçların dallarına çiğ düşecektir. Milyonlarca kilometre uzakta dünyamızı aydınlatan güneş uzun eğri ışınlarıyla bu buzdan mavi göğü delecek, gün öğleye kavuşacaktır. Kanatlarında bin telaş süvarileriyle kızılkuyrukların ve serçelerin gündüzümüze renk, gönlümüze ses kattığı bu günlerde, güneş ciğerlerimize nefes olacaktır. Günler iyiden iyiye kısaldığından gün geceye erken kavuşmaktadır. Günlerimiz kısa, işi elden bırakmamak gerek. Ötede beride, kenarda köşede yapılacak bir iş vardır elbet. Sen ne kadar köşe bucak kazıyıp söksen de yaban otlarını, onların kökü derinden, ağacın kurdu özünden olur. Aksi, zaman durur. Yani mevsim karakış da olsa illa yapılacak bir iş bulunur. Daimi’nin türküsünde dediği gibi nede olsa kışın sonu bahardır. Kış aylarının bir diğer adının da sayılı günler olması bundandır.
Persophone, Hades ülkesine kaçırılınca bereket tanrıçası Demeter kızını bulmak için köşe bucak dünyada dört döner. Girmediği don, bakmadığı kovuk kalmamıştır yeryüzünde. Persophone artık bu dünyada yoktur. Demeter kederinden ve de öfkesinden madem kızım Persophone yok bu dünyada, bu dünyada yok olsun diyerek bereketini çeker dünyadan. Beti bereketi kesilince dünyanın ve baharın, soluğu da kesilir insanın. Dünün baharından insana kalan artık kıtlıktır, yokluktur. İnsanları yalvarır tanrılarına nerede, o kırlarda şarkılar söyleyip dans ettiğimiz günler nerede, acı halimize. İnsanlarının acısına dayanamayan tanrılar, Demeter’ den yeryüzüne yeniden bereketi getirmesini ister. Demeter, Tanrılardan kızı Persophone’nin nerede olduğunu bilmek ister, bulun getirin der. Yeraltı ülkesinde Hades ile görüşen tanrılar Hades’den Persephone’yi serbest bırakmasını ister. Hades, tanrıların da isteğiyle Persephone’nin bundan sonraki hayatında yılın altı ayını yer yüzünde diğer altı ayını da yer altı ülkesinde geçirmesine razı olur. Kıssadır. Bundandır Anadolu Halk Takviminde mevsimler Kış Ayları ve Yaz Ayları olarak iki mevsimden oluşur. Kasım ayında Pesephone’nin yer altı ülkesine inmesiyle Kış Ayları başlar. Gündüzlerin iyiden iyiye kısaldığı bu günlere Anadolu insanı Kasım Günleri der. Dünyanın bereketi bir başka bahara insana dostluk ve neşe getirmek üzere yeryüzünden çekilmiştir artık. Sultan Nevruzunda, baharda Persephone’nin adım attğı her yerde, ayaklarının dibinde kendine olan aşkıyla bilinen nergisler toprakta yeniden biter. Nergisler baharı müjdeler. Anadolu insanı bu günlere Hızır günleri der. İç Anadolu’nun kıraç topraklarında yeşile boyanmışsa bir yer, adı muhakkak hıdırlıktır. Hızır’dır, Hıdır’dır. Cümlesi birliktir, berekettir. Dedim ya kelimelerin fazlası hevestir. Bahar cemi cümle bir sofrada bu Hıdırlık mevkiinde karşılanır. Hızır’ı dere yataklarında, ağaç dallarında, kaya başlarında, düş kovuklarında baharda karşılamak üzere Persephone’nin kaçırılışına dönersek eğer Hesiodos, İşler ve Günler’ inde bu günleri şöyle anlatır:
Ekinini biç, görünce gökte Peliad yıldızlarını, Atlas Kızlarını
Görünmez olduklarında ek toprağını,
O yıldızlar kaybolur gökte kırk gün kırk gece.
Ama yılın çarkı durmaz döner,
Insanlar bilemeye başlayınca oraklarını
Gözükürler gökte yeniden.
Yılın çarkı devrilmiş, gök burcunda Ülgen belirmiştir. Ülgen’in ne başı vardır ne de sonu. Ülgen, mevsim dönümlerinin habercisidir. Ülgen’in bir diğer adı da Süreyya yıldızıdır. Eski Yunan’da yedi kız kardeş anlamına gelen Peliades derler. Kasım bitmiş Aralık gelmiştir. Karakış, fırtınası ile yer yüzüne buzdan mavi rengini vermiştir.
***
Geride kalmıştır insanları buranın, yanı başında çıtır tüten dumanıyla sobanın. Yaz’dan kalmış bir muhabbet ilk cümlesidir merhabanın. Şarkısıdır, türküsüdür, ilk faslıdır bu harfananın. Homo Ludens; oyun oynayan insan ya da insan oynayandır. Huizinga’ ya göre Kültür oyun biçiminde doğar ve kültür başlangıçtan itibaren oynanan bir şeydir. Bağlardan bostanlardan el etek çekilince, bir başka bahara toprağın karnın yarmak üzere işler dışarıda kalmıştır artık. Zemheridir, Hamsindir tüten dumanıyla günler bacasından bellidir. Kimi eş, kimi dosttur, kimi aç kimi toktur. Kiminin gözünde ışık yoktur. Yine de bir buluşmadır, illa anlatacak bir şey bulunur, insan derdi çoktur.
Laftır, insandır. Cümle umudu vardır. Hele bu günler devrile de gönlümüze cemre düşe. Ama önce iliklerimizde hissetmek gerek dünyanın ilk anasını, Ayandon fırtınasını. Kız kaçırmadır, çoban oyunudur, kösedir, devedir Anadolu’da türlü isimlerde söylenir. Seyirlik köy oyunlarıdır bunlar kış eğlencelerinin. Bunlar -dili geçmiş zaman eğlenceleri olduğundan kitaplardan ararım eğlencelerini insanın. İlkin Metin And’a bakmak gerek. Bu eğlenceleri şöyle anlatır Metin And, Dionisos ve Anadolu Köylüsü’ ünde: Anadolu seyirlik oyunları kış yarısı, hayvan yavrularının doğması, bitkisel yaşamın uyanması veya uykuya dalması, hayvanların çiftleşmeleri gibi olgulara yönelmiştir. Kış yaz karşıtlığı, bundan baharın doğması simgeleştirilmiştir. Yöremizde Şavşat ve Ardanuç köylerinde oynanan Berobana ve Deve oyunu bu içerikle temsil bulur. And’ın aktarımıyla Frazer, buna ölümün kovulması diyor. Dedik ya mevsim karakış da olsa günün sonu bahardır, insan yapıp ettikleriyle bu dünyada vardır. Gün, geceye kavuşmaktadır; Afrika’dan havalanan bir leyleğin kanadında bize baharı muştulamaktadır.
ERDAL DEMİR/ EYLÜL 2024
*Üç buçuk yıla yayılan doğa gözlem ve deneyimlerinden oluşan “DİONİSOS ŞENLİKLERİNDEN HIDRELLEZ’E ANADOLU HALK TAKVİMİ DOĞA DEFTERLERİ” projem, bir Avrupa Birliği projesi olan cultureCIVIC; sanatsal üretim fonu desteği ile Artvin, Şavşat, Tepebaşı köyünde sürdürmekteyim. İki bölüm olarak yayımlanması planlanan DAĞDA ZAMAN: ANADOLU HALK TAKVİMİ yazım projem kapsamında ARTVİNDE HABER gazetesinde yayımlanmak üzere kaleme alınmıştır.