Milli Takım Kampına Artvin’den İki Güreşçi
Milli Takım Kampına Artvin’den İki Güreşçi
İçeriği Görüntüle

Artvin’de halk pazarı, hem tezgâh başındaki üreticinin hem de alışveriş yapmaya gelen yurttaşın ortak derdi haline geldi: Pahalılık. Her hafta Artvin Belediyesi önünde kurulan pazarda bu hafta da fiyatlar cep yakarken, vatandaşlar da pazarcılar da aynı cümleyi kurdu: “Alım gücü kalmadı.”

Domatesin kilosu 50 liradan, fasulyenin kilosu 70 liraya kadar alıcı bulduğu, salatalığın 50 liraya satıldığı pazarda patates 30-40 lira, soğan 25-35 lira, kabak 40-50 lira, patlıcan 50-60 lira arasında değişen fiyatlarla tezgâhlarda yerini alıyor. Yeşillikler de aynı oranda pahalı; bir marul 25-30 liradan satılıyor, ıspanak ve pazı ise 50-60 liradan alıcı bekliyor. Meyve fiyatlarında da durum iç açıcı değil: şeftali 40-60 lira, erik 100-200 lira, üzüm ve muz 50-60 lira, elma ise 30-40 lira arası değişiyor. Üreticiye göre bu fiyatlar aslında düşük. Ama alıcının cebinde bu fiyatlara denk düşen bir para yok.

Pazarcı esnaflarından Hülya Dokur, yıllardır sürdürdüğü bu işi artık “sürükleyerek” yaptıklarını ifade ediyor. Ona göre mesele yalnızca fiyat değil, sistemli biçimde artan maliyetler, çöken ekonomi ve umutsuz bir toplum. Dokur, “Tezgâhlardaki fiyatlar bize göre yüksek değil ama vatandaşın alım gücü olmadığı için onlara göre yüksek geliyor. Vatandaş geliyor pazara; bazısı alıp gidiyor, bazısı sadece bakıyor. Çiftçisi de üreticisi de ne zorluklarla bu ürünleri yetiştirip getiriyor buraya ama karşılığını alamıyor. Biz de alamıyoruz. Emeğimizin bir karşılığı yok. Üreten mutsuz, alamayan mutsuz, bakıp geçen mutsuz. Herkes bir diğerinin acısını fark ediyor ama kimse çözüm bulamıyor. Bunun sorumlusu nerde, biz de bilmiyoruz artık” diyerek durumu özetliyor.

Dokur, yaşadığı geçim mücadelesini de paylaşırken, Türkiye’de emekliliğin artık “rahat bir hayat” anlamına gelmediğini gözler önüne seriyor. “Ben Bağ-Kur ödüyorum, zorlukla. 8 bin lira kiraya, üstüne Bağ-Kur ödüyoruz. Çocuğunu okutuyorsun. Bu şekilde çalışmasan geçim yapamazsın. Eşim emekli öğretmen, ama yine birlikte çalışıyoruz. Umudumuza veriyoruz hayatı ancak o şekilde götürebiliyoruz” diyor. Emekli olmanın bir şeyleri değiştirmediğini, hatta yükü hafifletmek yerine daha da ağırlaştırdığını anlatıyor. “Emekli olup da evinde rahat eden yok. Üretici olup da evinde rahat eden yok. Ben emekli olup da şehirde kalacağım, köyüme gitmeyeceğim diyen insanlar için tabii ki alım gücü düşük oluyor. Ama biz emekliyiz, yine köye gidiyoruz. Hem kendimiz için hem toplumumuz için üretmeye çalışıyoruz. Ayakta kalabilmenin tek yolu bu. Üretmeye devam etmek zorundayız ki hayatta dik duralım, kimseye muhtaç olmayalım” diye konuşuyor.

Whatsapp Görsel 2025 07 28 Saat 13.37.56 1Bc0Ac85Artvin gibi üretimle yaşamın iç içe geçtiği küçük şehirlerde, ekonomik kriz yalnızca şehir merkezlerinde değil, köylere kadar hissediliyor. Pazardaki fiyatlara bakıldığında alıcı açısından ciddi bir pahalılık söz konusu. Ancak üretici de nakliye masrafından gübreye, ilaçtan fidana kadar her kalemde katlanan maliyetlerle karşı karşıya. Bu durum pazarcıyı yalnızca satıcı değil, aynı zamanda alıcı pozisyonuna da zorluyor. Kendi sattığı ürünü başka bir tezgahtan almak zorunda kalan esnaf, “Ben de bazen kendi malımı yiyemiyorum, eve giderken yarım kilo alabiliyorum” diyor.

Halkın temel tüketim ürünlerini dahi almakta zorlandığı bir pazarda, çocuklarına meyve-sebze alırken gramla alışveriş yapan anneler, tezgah başında fiyat sorup sessizce uzaklaşan yaşlılar artık pazarlarda sıradan bir görüntü haline gelmiş. Pazarcı Hülya Dokur’a göre bu durum sadece ekonomik değil, moral bir çöküşü de beraberinde getiriyor: “İnsanlar artık pazar gezmesini bile keyifle yapamıyor. Herkesin yüzü asık, bakışlar yorgun. Bir şeyler almak değil, sadece ‘görebilmek’ için gelenler var. Bu da üretici olarak bizim içimizi daha çok burkuyor. Çünkü biz karşılığını alamadığımız gibi, insanlara da bir şey verememenin ağırlığını yaşıyoruz.”

Pazarda yalnızca sebze-meyve değil, bir hayat biçimi alıcı bulamıyor. Üretimin anlamı, emeğin karşılığı, emekliliğin güvencesi gibi kavramlar, buzdolabı gibi soğuk kalan hayatlardan taşan kelimelere dönüşüyor. Dokur’un son sözleri, aslında bir kentin değil, tüm ülkenin içinde bulunduğu durumu özetliyor: “Umutla yaşarsak yaşıyoruz. Başka da bir şey kalmadı elimizde. Hayat artık cesaret işi.”

Muhabir: Ali Eray ÇELİK